• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
PARA VE OYUNCAKLAR
Üyelik Girişi
Site Menüsü
Site Haritası
Takvim
OYUNCAK VE PARAYA DAİR

Osmanlı Sanayi Devrimi’ni Neden Gerçekleştiremedi?

Osmanlı Sanayi Devrimi’ni Neden Gerçekleştiremedi?

Sanayi Devrimi’ni ilk gerçekleştiren İngiltere’de bu yolda ilk gelişim, tarımda feodal bir düzenden hızla kapitalist bir düzene geçiş süreciyle başladı. Kâr amacı ile ve pazar için üretim yapan İngiliz çiftçisinin, bu ekonomik hareketlilik sonucu, yalnızca statüsünde bir değişiklik sağlanmakla kalmadı; pazar için yapılan bu üretim, toprak burjuvazisinin yanı sıra, bir ticaret burjuvazisi de yaratmaya başladı. Tarım gelirleri fazlası ve ticari gelirler şehirlere akmaya başlayınca şehirlerdeki sanayi kollarında da bir canlanma görüldü. Feodal düzen sonrası kapitalist üretim düzenine geçilince eski düzende sahip oldukları yerleri kaybeden ve şehirlere akmaya başlayan köylü yığınları da canlanan sanayi kollarında kullanılacak ucuz işgücünü meydana getirdiler. Böylelikle tarımdaki patlamayla başlayan ve ticaretle gelişen ekonomik hareketlilik, özellikle, tarımdan gelen sermaye aktarmaları ile sanayileşme sürecini başlatmış oluyordu. Osmanlı toplumunun bu gelişme modelini uygulayamayışının ana nedenleri kendi toplumsal bünyesinde yatmaktadır.

İdare edenlerle tabi olanlar, yani saray ve kapıkulu ile halk ikileminin sosyal yapıyı belirlediği Osmanlı Devleti’nde ekonomik düzen, sermayenin belirli ellerde toplanıp oradan kapitalist bir üretime sıçrayabileceği  ve Sanayi Devrimi’ni doğurabilecek bir nitelikte değildi. Askeri bir bürokrasinin hakim olduğu güçlü bir devlet olan Osmanlı Devleti, gücünü sürdürmek için kendisiyle rekabete kalkacak bağımsız her gelişimin karşısındaydı. Tanzimat’ın ilanına kadar ve hatta Osmanlı’da ülkenin iktisadi olarak geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi olarak niteleyebileceğimiz “İmar-ı Mülk” çalışmalarının başladığı Tanzimat dönemi ve sonrasında daha da belirgin olmak merkezi otoritenin askeri, tarım ve madencilik alanındaki merkezi denetimi de sanayinin belirli fabrikalar biçiminde yalnızca belli kentlerde toplanmasına neden olmuştur. Bu gelişme ise sanayideki teknolojik verimliliğinin düşmesine, sanayinin dar alanda ve esnaf tipi örgütlenme biçiminde kalmasına neden olmuştur.

Toprak rejimi bunun en güzel örneğidir. Çıplak mülkiyeti devlete ait topraklar, karşılığında Osmanlı ordusuna asker hazırlamak kaydıyla, devlete en üstün şekilde hizmet etmiş kişilere veriliyordu. Bu toprağı işleme hakkı ve mirası baba ölünce oğluna geçmiyordu. Böylece sermaye birikimi olsa bile kısa bir süre sonra dağılıyor, üretim biçimi etkilenmiyor ve kapitalistleşmiyordu. Halbuki Avrupa’da gerçekleşen sermaye birikimi devlete kafa tutmaya başlayan özgür ticaret merkezleri, şehirler kurarken, siyasal iktidarlar burjuva diye adlandırılan yeni bir sınıfın, yani sermayeci sınıfın, eline geçiyordu. Osmanlılarda ise devlet, saray-bürokrasi egemenliğini sürdürmek için kendinden bağımsız gelişecek her unsuru ezerek, yalnızca gelişebilecek burjuvaziye set çekmiyor, o burjuvazinin yaratacağı üretim ilişkilerinin topluma kazandıracağı sanayileşmeyi ve teknolojiyi de öldürmüş oluyordu.

Sanayi Devrimi’ne Set Çeken Bir Anlayış

Osmanlı Devleti, üretim ilişkileri denetimini yalnızca tarım kesiminde tımar sistemi ile yapmıyordu; buna benzer bir kontrolü sanayi üzerinde de kurmuştu. Bir tarikat olan ahilik sistemi içerisinde tutulan sanayi kolları, başlarındaki şeyhler ya da kâhyalar aracılığı ile merkezi hükümete bağlı bulunuyorlardı. Üretim miktarlarını denetlemeden narh koymaya kadar devletin sanayi üzerinde geniş bir etkisi bulunmakta idi. Çırağın, kalfanın ve ustanın bükülmez bir hiyerarşik ortamda tam disiplinli, birbirine bağlı olması yanı sıra bu devlet denetimi bağımsız rekabetçi bir sanayi gelişmesini de engellemekteydi. Öte yandan tarımdaki tedbirler de zaten bir tarım burjuvazisinin gelişmesini olanaksız kılıyor ve sanayileşmenin ilk gereği olan tarım fazlasının sanayiye kaydırılması da bu nedenle gerçekleşemiyordu. Osmanlı Devleti aynı sıkı denetimi ticari yaşamda da uygulamaktaydı. Ticaret burjuvazisinin oluşumunu epeyce erteleyen bu denetim yalnızca ithalattan değil, fakat Osmanlı tacirinin yapacağı ihracattan da vergi almaya kadar uzanıyordu. Bu ihracat vergisi, örneğin zeytinyağında % 33’e kadar çıkabiliyordu. Bazı maddelerin ihracının kesinlikle yasaklanması bir yana, izin verilenlerde bile tüccarı usandıracak kırtasiye kayıtları bulunmakta idi.

Osmanlı Devleti’nin üretimde ve ticaret yaşamındaki bu denetimi sonucu saray ve kapıkuluna rakip olabilecek her sosyo-ekonomik gelişme daha doğum anında yok edilmiş ve Batı’da devlet toplumun değişen ekonomik yapısı ile güçlenen sınıfların eline geçerken, Osmanlı Devleti, egemenliği kapıkulunun tekelinde tutan ve paylaşılmayan bir iktidar olarak kalmıştır. Batıdaki burjuva patlayışı sonucu devlet iktisaden egemen güçlerin mülklerini koruyan bir jandarma görünümüne bürünürken Osmanlılarda devlet burjuva toplumuna set çeken ve bu nedenle topluma sanayileşme yeteneği vermeyen bir baraj olmuştur.

Osmanlı devlet barajı tarihi akıma ters düşen tutumunu sürdürürken Batı’da gelişen sanayileşme ve teknoloji, hammadde kaynakları ve mal satacağı pazarlar arama işine çoktan başlamıştı. Ulusal sınırlar içerisinde prangalanmak istenen üretim geliştikçe üst yapı olarak beliren ulusal sınırlara isyan etmiş ve emperyalizmin zorlamaları bütün geri kalmış toplumların gümrük kapılarında kendini hissettirmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda Batı teknolojisinin üstünlüğünü savaş meydanlarında da kabule mecbur bırakılan Osmanlı Devleti, fütuhat gelirlerinden de olunca, toprak rejimini değiştirmek zorunda kaldı: Miri topraklar, hazineye para getirsin diye, mültezimlere kiralanmaya başladı.

16. yüzyılın başında, 537 milyon akçelik vergi gelirinin yüzde 50’den biraz fazlası Sultanın, yüzde 12’si vakıfların, geriye kalan bölümü de sayıları 37 bine ulaşan tımarlı sipahilerindi. Tımarlı sipahilere kalan vergi gelirleri bölgelere göre değişmekteydi. Bu 37 bin tımarlı sipahi seferde 70-80 binlik bir orduyu meydana getiriyordu. Aynı yüzyılın sonlarına doğru devlet gelirleri 2,5 milyar akçeye ulaşmasına rağmen, bu gelirlerin yüzde 25’i merkezi yönetime kalmaktaydı. Bunun açık anlamı şuydu: Devlet toprakları genişlemiş, fakat merkezi yönetime kalan gelir, oran olarak, azalmaya başlamıştı. Yani fütuhatın optimal noktası aşılmıştı. Bundan sonra savaşın Osmanlı devlet örgütü açısından “rantabl” olduğu ileri sürülemez. Herhangi bir işletmenin ekonomik durumu sarsılınca, bundan ilk zarar görecekler küçük ve de güçsüz ortaklar olacaklardır. Nitekim 1580’lerden sonra tımarlı sipahinin yitikliği başlamıştır. Bir yandan Sultanın güç kırmayı öngören politikası yüzünden dirlikler küçülmüş, diğer yandan ekonomik durumun bozulması, bu kurumu adeta ölüme terk etmiştir. Tımarlı sipahiler yerlerini ağır ağır yozlaşan dengenin önemli bir öğesi olan mültezimlere bırakmışlardır.

Osmanlı neden sanayileşemedi?

Böylece mültezimler giderek tarımsal ekonomiyi ele geçirdiler. Üretilen malları daha çok dış pazarlara satmak istiyorlardı. Çünkü sanayileşmiş Avrupa devletleri, sanayi ürünlerini daha ucuza mal edebildikleri için, Osmanlı hammaddelerine Osmanlı sanayicisinden daha fazla fiyat veriyorlardı. Onların istediği de hızla büyüyen sanayilerine ve sanayi ürünlerine pazarlar bulabilme idi. Böylece içeriden ve dışarıdan yapılan baskılar sonucu 1838 yılında  Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı ile Baltalimanı Ticaret Konvansiyonu imzalandı. Böylece, 1826’dan beri uygulanan tekel sistemi kaldırıldı, Britanyalılara diledikleri miktarda hammaddeyi satın alma olanağı tanındı.

Tanzimat sonrası sanayileşmenin önemini geç de olsa kavrayan Osmanlı yöneticileri, modern tekniklerle donatılan Avrupa fabrikaları el emeği ile çalışan Osmanlı fabrikalarının şansı olmadığını düşünerek, devlet bütçesinden ayrılan büyük paylarla devlet fabrikaları kurma yolunda önemli adımlar attılar. İthal ikameci bir anlayışla kurulan bu fabrikaların temel amacı hem halkın hem de askerlerin gereksinimlerini temin etmek, böylelikle dış ticaret dengesine de katkı da bulunmaktı. Böylece yurtdışına gidecek paranın Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmasına çalışılıyordu.

Batı’yla rekabet edebilecek fabrikaların kurulması ve sanayiyi teşvik için 1851 ve 1873 yıllarında alınan kararlarla fabrika kuracaklara gümrük ve vergi ayrıcalıkları da getirildi. Ne var ki, Merkantilist sistemin etkileri, emperyalist devletler ile yapılan ticaret sözleşmelerinin sınırlamaları nedeniyle bu tür teşvik ve korumacı önlemler ancak belli bir dereceye kadar etkili olabildi. Öyle ki, fabrikaların ürettiği ürünlerin devlet tarafından satın alınmasıyla gerçekleştirilen sübvansiyonlar bile Avrupa devletlerinin tepkisinden çekinildiği için büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilmek zorunda kaldı. Güçlü Avrupa sermayesinin rekabetini iliklerine kadar hisseden bu fabrikalar bazen maliyetin bile altında zararına mal satmak zorunda kaldı, Avrupa’daki örnekleri gibi gelişim gösteremedi.

Osmanlı İmparatorluğu artık iyice emperyalizmin yörüngesine girmişti. İndirilen gümrük tarifeleri ile yalnız devlet gelirlerinden önemli bir kısmını kaybetmekle kalmamış, fakat giderek büyüyen Batı sanayi karşısında Osmanlı sanayi korunma duvarlarından yoksun bırakılmış ve zaten cılız olan varlığı tamamen çökmeye terk edilmiştir. Artık Osmanlı İmparatorluğu’nda egemen güçler, serbest ticaret koşullarının yarattığı bir tüccar sınıfı ve göbeği ile dış kaynaklara bağlanmış toprak mültezimleridir. Tanzimat’la birlikte yüksek bürokratları da aralarına alan bu yiyici bozuk-düzen koalisyonu, sanayileşme şöyle dursun, ülkenin bütünlüğünü koruyamamış ve ülke yabancı yardımlarla ayakta durur olmuştur.


http://www.serenti.org/osmanli-sanayi-devrimini-neden-gerceklestiremedi/

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam42
Toplam Ziyaret1185789
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Hava Durumu
Saat